Arayın
Twitter Facebook Instagram Linkedin Youtube Whatsapp
#19

#19 Hafıza Merkezi | Faili Meçhul Soruşturmaları Üzerine

VERİ

7 Kavram

1 Kurum

17 Bulgu

Yeni raporlar için abone olun.Rapor Bülteni, her hafta yeni bülten yayınlar.

Merhaba,

Rapor Bülteni’nin 19. sayısında Hakikat Adalet Hafıza Merkezi tarafından 18 Kasım 2021 tarihinde yayımlanan  “1990’lı Yıllardaki Ağır İnsan Hakları İhlallerinde Cezasızlık Sorunu: Kovuşturma Süreci” raporunu inceledik.

Rapor, 1990’lı yıllardaki ağır insan hakları ihlallerindeki cezasızlık sorununu çok boyutlu şekilde ele alıyor. İyi okumalar!

spot Ağır insan hakları ihlalleri üzerine 12 davadan payımıza düşenleri alıyoruz.

I. KAVRAMSAL ÇERÇEVE

Önce kavramlar…

Kovuşturma, zorla kaybetme, AİHM, adli kontrol tedbiri, derdest dava, müdafii, müşteki.
  • Kovuşturma: Suçlu olduğuna kanaat getirilen kişiler için yapılan araştırma süreci. Soruşturma ve kovuşturma farklarını sizi bilmem fakat biz karıştırıyoruz; not düşelim. Kovuşturmada soruşturma sürecinden farkla; gizlilik değil alenilik esastır. Yazılı değil sözlü şekilde ilerler. Asıl söz sahibi savcılar değil mahkemelerdir.
  • Zorla Kaybetme Politikası: Devletlerin muhalif grupları sindirmek amacıyla uyguladığı şiddeti ifade ediyor, ülkemizde kullandığımız haliyle fail-i meçhul suçların işlenmesi. 1900’lerin başında Latin Amerika’da kavramsallaşmış. Devlet yetkililerin kişilerin alıkonmasına dahil olması ve kaybolan kişilerin akıbetinin gizlenmesi şeklinde tanımlanıyor. BM tarafından “herkesin zorla kaybetmelere karşı korunması” hakkında uluslararası bir sözleşmesi bulunuyor. Türkiye imzacı olmayan ülkeler arasında.
  • AİHM: Avrupa Konseyi’ne bağlı olarak 1959 yılında kurulmuş uluslararası bir mahkeme. Kişilerin bu mahkemeye başvurabilmesi için kendi ülkesindeki bütün makamlara başvurmuş ve reddedilmiş olması gerekiyor.
  • Adli Kontrol Tedbiri: Kişinin tutuklanması yerine bazı yükümlülükleri sağlaması kaydıyla serbest bırakılması, adlî kontrol altında bulunması.
  • Derdest dava: Davanın halen devam ediyor olması.
  • Müdafii: Yargılama sırasında sanıkların savunmasını yapan kişi ya da avukat.
  • Müşteki: Eylemden zarar gören kişi, şikâyetçi.

II. ARAŞTIRMACI KURUM

Hafıza Merkezi
Hakikat, Adalet ve Hafıza Çalışmaları Derneği.

Hakikat, Adalet ve Hafıza Çalışmaları Derneği insan hakları ihlallerini inceleyerek sonuçları kamuoyu ile paylaşıyor. 2011 yılında İstanbul merkezli kurulan dernek, insan hakları ihlallerini evrensel standartta belgeleyerek toplumun geniş kesimlerini konuyla ilgili bilgilendirme faaliyetinde bulunuyor.

III. ARAŞTIRMANIN METODOLOJİSİ

İzleme ve raporlama.
Raporun ikili sacayağı…

Rapor, ağır insan hakları ihlalleriyle ilgili 12 ceza davasını derinlemesine inceliyor. 

Bu davalar:

· Ankara Davası,

· Jitem, Musa Anter, Ayten Öztürk Davası,

· Cizre Davası

· Görümlü Davası

· Derik Davası

· Kızıltepe Davası

· Dargeçit Davası

· Lice Davası

· Kulp Davası

· Altınova (Vartinis) Davası

· Kızılağaç Davası

· Yüksekova Davası

Çalışmada kamuoyunda faili meçhul cinayetler olarak bilinen 1990’lı yıllarda genellikle OHAL bölgesinde gerçekleşen hukuk dışı infaz ve zorla kaybetme suçlarını konu eden bu davaların neden cezasızlıkla sonuçlandığı sorusuna cevap aramak adına mevzuat, uygulamalar ve sürecin aktörlerinin tutumlarına mercek tutuluyor.

Rapor, aynı zamanda www.failibelli.org internet sitesinde yapılan ağır insan hakları ihlali davaları izleme faaliyetinin bir ürünü.

IV. BULGULAR

Rapor bize ne söylüyor?

Masaya yatırılan 12 davanın bize söyledikleri.

“Ben hatırlama takıntısı olan bir insanım, her şeyden çok da Amerika’nın, unutkanlıktan mustarip Latin Amerika’nın geçmişini hatırlama takıntım var.”

– Eduardo Galeano

Betül Aydın çizdi:

Betül Aydın çizdi: “Unutulan Dönüşür” Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak.

Hatırlayalım.

  • 90’lı yıllarda Bingöl, Diyarbakır, Elâzığ, Hakkâri, Mardin, Siirt, Tunceli, Van, Adıyaman, Bitlis, Muş, Batman ve Şırnak illerinde çeşitli aralıklarla OHAL uygulandı. Bu uygulama 30.11.2002 tarihinde son buldu.
  • Rapora göre OHAL döneminin sürdüğü 1994 yılında faili meçhul cinayetlere kurban giden kişi sayısı 518 kişi olarak kayıtlara geçti. Bu sayı 1993 yılında 103 kişiydi.
  • 1996 yılında gerçekleşen Susurluk Kazası siyasetçi-polis-mafya ilişkilerini ortaya çıkardı. TBMM ve Başbakanlık Teftiş Kurulu tarafından konuyla ilgili hazırlanan raporlarda korucu, itirafçı ve özel harekât biriminden bazı kişilerin hukuk dışı infaz ve zorla kaybetme gibi faaliyetlerde bulunduğu kaydedildi.
  • Son 20 yılda hesap verilebilirliğin sağlanmasına yönelik önemli yasal ve siyasal gelişmeler yaşandı. Böylelikle OHAL döneminde ağır insan hakları ihlâli yapan kişilere dava açılabilmesi mümkün hâle geldi.

İncelenen 12 davanın panoraması.

  • 12 ceza davasından 10 tanesi cezasız kaldı. 2’si derdest dava olarak halen devam ediyor.

Raporun “Değerlendirme ve Bulgular” kısmında davaların neden cezasız kaldığını irdeleniyor. Bu sonuca sebebiyet veren mevzuatlara, uygulamalara ve tutumlar eleştirel bir bakışla ele alınıyor.

Mevzuat’a ilişkin…

  • Davalara konu olan suçların işlendiği tarihlerde kanunda “zorla kaybetme suçu” tanımlı değildi. 
  • Davalardaki olayların büyük kısmı bu tanıma uyuyordu. Suç tarihlerinden uzun zaman sonra, 2005 yılında, “zorla kaybetme suçu” mevzuatta tanımlandı. Fakat mevzuat değişene dek geçen süre zarfında, zorla kaybetmelerden sorumlu tutulan sanıklar hakkındaki suçlamalar zaman aşımına uğradı ve davalar düşürüldü.

Raporda uygulamalara yönelik gözlemler…

  • Gözlemlenen 12 davadan 10’u davanın açıldığı yerden başka bir şehre nakledildi. 
  •  Nakil kararlarının hiçbirinde kanunlardaki nakil gerekçelerinin varlığını gösteren somut veriler sunulmadı. Nakil kararı sonrasında davayı görmeye başlayan mahkemeler, bir önceki mahkeme tarafından alınan ara kararları takip etmedi. Davaların nakledilmesi, olay yerinde yaşayan tanıkların ifadelerine başvurulmasını zorlaştırdı.
  • Sanıklar birçok duruşmaya katılmadı. 
  • Zorla kaybetme, infaz ve köy yakma gibi ağır suçlarla ilgili yargılanmalarına rağmen özellikle davadaki ilk duruşmalara katılmadılar. Bu durum yargılama faaliyetinin başlayabilmesini de engelledi; iddianame sanığın huzurunda okunmadan diğer aşamalara geçilemiyordu.
  • 12 dava arasından 9’u birbirlerine benzerlik gösterdiği halde birleştirilmedi, ayrı ayrı davalar kapsamında görüldüler. 
  • Suçların detayları benzerlik gösterdiği halde davalar arasında irtibat kurulmasına yönelik adım atılmadı. Yalnızca Jitem, Musa Anter ve Ayten Öztürk davaları birleştirildi,
  • Çoğu mahkemede mağdurların/müştekilerin talepleri mahkemeler tarafından reddedildi, kovuşturmalar derinleştirilmedi. 
  • Örneğin Lice Davası’nda dinlenen tüm mağdurlar (ilçe sakinleri, ilçede görev yapan öğretmenler) ile tanıklar, helikopterlerden evlere ve insanlara ateş edildiğini beyan etmelerine rağmen, helikopter kayıtları dosyaya hiçbir aşamada giremedi.
  •  Davalar sadece tek bir kişi tarafından işlenmiş gibi kabul edildi, tek sanıklı görüldü. 
  • Emir komuta zincirinde yer alan üst rütbeliler çoğu durumda sadece tanık olarak dinlendi. Örneğin; Kulp davasında operasyon emrini veren kişiye herhangi bir suçlama yapılmadı. Yalnızca tanık olarak ifadesi alındı.
  • 12 dava arasından 8’i için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruldu. 
  • 8 dava kapsamında yapılan toplam 11 başvurunun tamamında, AİHS hükümlerinin mahkemelerce dikkate alınmadığı gözlendi.
  • 12 davadan 8’inde ağır suçlamalara rağmen sanıklar tutuksuz olarak yargılandı
  • Haklarında tutuklama veya adli kontrol tedbiri uygulanmadı. Yalnızca 2 dava için tutuklama yerine adli kontrol tedbirleri alındı (Vartinis ve Dargeçit davaları)

Kamu kurumlarının, savcıların ve sanıkların tutumlara dair tespitler…

  • Tanıklardan bazıları yargılanırken kamudaki görevlerine devam etti. 
  • Bu süreçte sanıklar hakkında herhangi bir disiplin soruşturması açılmadı. Örneğin, Derik Davası’nın tek sanığı Musa Çitil, yargılama sürecinde Tuğgeneral rütbesiyle Ankara Jandarma Bölge Komutanı olarak görevini sürdürmeye devam etti.
  • 12 ceza davasından yalnızca 2 tanesinde duruşma savcıları tarafından sanıklar hakkında mahkûmiyet talep edildi.

 Altınova (Vartinis) Davası ve Cizre Davası.

  •  Sanıkların savunmaları suç konusu eylemleri meşrulaştırır nitelikteydi.
  •  Sanıklardan bazıları terörle mücadele için kendilerine verilen görevler doğrultusunda hareket ettiklerini, suç işlememiş olduklarını ve kendilerinin yargılanmak bir yana, ödüllendirilmeleri gerektiğini dile getirdi. Örneğin, Sanık Kenan Evren savunmasında, “Ben sanık değilim. 12 Eylül Harekatını yapan Türk Silahlı Kuvvetleri Genel Kurmay Başkanı, Milli Güvenlik Konseyi Başkanı, Devlet Başkanı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 7’inci Cumhurbaşkanıyım.” şeklinde beyanlarda bulundu.

V. BİR ÖYKÜ

Bu kez bir gerçek: Türkiyenin kesik damarları
Şeyma Samur yazdı.

12 Eylül 1980’de Kenan Evren ülkede barış ve güven ortamı kurmak için dizginleri eline aldı.

Verdiği emirlerle 1,5 milyon kişi fişlendi. 39 ton gazete ve dergi imha edildi. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. Binlerce insan öldü. Tam sayıyı hiç kimse bilmiyor.

1982 yılında, ülkede sağ kalmayı başarabilen sivillere kendi hazırladığı anayasayı sundu.

Red pusulasının rengi mavi olduğu için mavi rengin kullanımını yasaklayacaktı, vazgeçti.

Kendisine gölge edenleri, hayır diyenleri, evet demeyenleri, bugün tehlike arz edenleri, yarın tehlike arz edecek olanları infaz etti.

Bu sırada hatırlı bir servet biriktirerek yakınlarına bakmayı ihmal etmedi.

New York’ta bir müzeyi gezerken karşılaştığı Picasso resimleri için “Bunları ben de yaparım.” diyecek kadar mütevaziydi.

İş dışında, sağdan veya soldan insan asmadığı zamanlarda yağlı boya resimleri yapıyor, sanat sergileri açıyor ve müzayedelere katılıyordu.

Öldürmüştü, işkence etmişti. Yargılandığı sırada şöyle konuşuyordu: “Biz, o gün doğru olanı yaptık. Bugün de olsa aynı şekilde ihtilal yapardık.”

Müebbet cezası aldığını öğrendiğinde çok da dert etmedi, 98 yaşındaydı.

21. yüzyılda halen, ruhu aramızda dolaşıyor.

Betül Aydın çizdi:

VI. SONUÇ

Hak-Haysiyet-Hafıza.
Reha Ruhavioğlu yazdı.

İnsanı insan yapan, haysiyet sahibi olmasıdır. Haysiyeti koruyan değerlerin bütününe de insan hakları diyoruz. Hak, haysiyeti ayakta tutan sütundur. İnsanın hakkı çiğnendiğinde insanlığı eksilir, çünkü haysiyeti yara almıştır. Hakkın yara aldığı yerde ihkak-ı hak haysiyeti onarmanın adıdır, buna adalet de deriz. Adaletin terazisini tutan el hakkı çiğneyen ayaklarla aynı ritmi tutturduğunda cezasızlık, zulüm dikenini büyüten bir heyulaya dönüşür. Bu diken, hakkı her gün yeniden çiğner, haysiyeti her gün yeniden incitir. Haysiyet mücadelesi bu karanlığın karşısında dikilerek hafızayı anıta dönüştürür, iyi ile kötünün mücadelesi böyle süregider. İnsan hakları, iyiliğin canına su verenlerin yoludur.

VII. GELECEK SAYIDA

İnsan ticaretini konuşacağız.
2020 Türkiye’nin İnsan Ticaretiyle Mücadele Yıllık Raporu.

Gelecek sayıda Göç İdaresi Başkanlığı tarafından hazırlanan Türkiye’deki insan ticareti mağdurlarının demografik dağılımı ve mağdurların uyrukları ve mağduriyet türlerine odaklanan 2020 Türkiye’nin İnsan Ticaretiyle Mücadele Yıllık Raporu‘nu inceleyeceğiz.

Bülteni sevdiyseniz şayet abone olmayı ve arkadaşlarınıza tavsiye unutmayın.

Link burada. 

Gelecek sayıda görüşmek üzere.

Hoşça bakın zâtınıza.