Arayın
Twitter Facebook Instagram Linkedin Youtube Whatsapp

Soruşturma [02]: “TODAM | Toplumun Görünümü” üzerine.

Merhaba,

TODAM tarafından hazırlanan Toplumun Görünümü 2022 adlı raporu; Ömer Faruk Şimşek editörlüğünde İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümü’nden Prof. Dr. Veysel Bozkurt, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Dr. Merve Akkuş Güvendi, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Dr. Elyesa Koytak, Fenerbahçe Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden Prof. Dr. Çiğdem Boz Rapor Bülteni’nin ikinci soruşturması için değerlendirdi.

Raporu incelediğimiz 61. sayımızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

İyi okumalar!

Bir Tespit Bir Öneri

“Salgın Sonrası Toplum 2022″ raporu Türkiye’nin pandemiden sonra karşılaştığı toplumsal, ekonomik ve demografik değişimleri ele alıyor. Rapor, Türkiye toplumunda sosyal teoride adına modernleşme denilen büyük dönüşümün göstergelerini ortaya koyuyor: Eğitim seviyesi yükseliyor, kadınlar çalışma hayatına giriyor, cinsiyet rolleri değişiyor, çocuk sayısı azalıyor, boşanma oranları artıyor ve aileler küçülüyor. 

Diğer taraftan raporda değinilen ekonomik daralma, orta sınıfların erimesi, artan eşitsizlikler, önümüzdeki dönemde olası yeni toplumsal sorunların habercisi olarak değerlendirilebilir.

Rapor, akademik bir hassasiyetle hazırlanmış, Türkiye’nin toplumsal ve ekonomik yapısındaki değişimi anlamak isteyenler için son derece kıymetli bir kılavuz işlevi görüyor.

Ancak alandan gelecek verilerle güçlendirilecek bu çalışma “Türkiye Barometresi” adında her yıl tekrarlanacak başka bir çalışma ile desteklenebilir. İlk yıl raporu hazırlayanlar veriyi kendileri kullanır. İkinci yılda ise bir önceki yılın ham verileri herkesin kullanımına sunulabilir.

Rapor bir taraftan şimdi olduğu gibi toplumsal sorunlara ışık tutarken, diğer taraftan da Türkiye’de açık veri uygulamasının yolunu açabilir.

Ücretlileşmenin Daraltıcı Etkisi

Kriz dönemlerinde artan eşitsizlikler, toplumsal yapıdaki eğilim ve dinamiklerin daha belirgin ortaya çıkmasını sağlıyor. Salgının etkilerinin iki yılla sınırlandırılamayacağını, Türkiye’nin son on yıllık değişim süreciyle birlikte ele alınması gerektiğini gösteren rapor, toplumsal değişimi takip edebileceğimiz bir izlek sunuyor.

Raporda öne çıkan başlıklardan birisi de Türkiye’de çalışma hayatının baskın bir özelliği haline gelen ücretlileşmenin yoğun ve hızlı formunun salgın sürecindeki daraltıcı etkisi. 

2022 yılı itibariyle toplam işgücü içerisinde her 10 kişiden 7’si ücretli olarak çalışıyor. Ancak istihdamda ücretli çalışan sayısındaki artışa rağmen maaş ve ücretlilerin toplam gelirden aldığı pay azalıyor ve sermaye gelirlerinin payı artıyor. GSYH içinde işgücüne yapılan ödeme payının 2020’de %32,9’a, 2021’de %30’a, 2022’de ise %26,3’e gerilemesi, bu eğilimi yansıtıyor.

Ücretli olarak çalışan sayısındaki (%11,7) artışa rağmen bu kesimin elde ettiği gelirin toplam gelir payındaki artış oranı (%3,06) daha düşük. Bu durum, istihdam yapısının dağılımını daha yakından incelemeyi gerektiriyor.

Rapora göre, işverenlerin esas iş gelirlerinin ücretli çalışanların esas iş gelirlerine oranına bakıldığında artışın 2011-2021 arasında 2,4’ten 3’e çıktığını görülüyor. İşveren ve kendi hesabına çalışanların yıllık ortalama ücret artış oranlarına bakıldığında ise bu oranlar sırasıyla 10,8 ve 8,3 kat. Ancak ücretlilerin yıllık ortalama ücret artışı 6,8 kat ile daha düşük.

Kriz dönemlerinin sermaye gruplarının kazançlarına açık yansıması işveren kazançlarından da net olarak izlenebiliyor. Nitekim ekonomik istikrarsızlığın başladığı 2015 sonrasında işverenlerin yıllık esas iş gelirlerindeki artış, ikinci sıçramayı 2018’deki döviz kuru süreciyle üçüncüsünü ise 2020’de pandemi süreciyle yaşadı.

İşverenin yanısıra meslek gruplarının yıllık esas iş gelirlerindeki artış da ücretlileşmeye farklı bir boyut kazandırıyor. 2012-2022 yılları arasında ortalama ücretler 4,14 kat artarken en yüksek artış 5,9 kat ile yıllık net asgari ücrete ait. Asgari ücretin ardından  en fazla artışın 4,64 kat ile yöneticilerin iş gelirlerinde olduğunu görüyoruz. Eğitimli, itibarlı mesleklerin içinde bulunduğu profesyonel meslek mensuplarının ücretleri ise 3,27 ile en az artış oranına sahip.

Kriz dönemlerinde devreye giren sosyal yardımlar ise çalışma hayatında yapısal hale gelen ücretlileşme karşısında yara bandı etkisinde. Ulusal / küresel ekonomik ve siyasi krizler, makro ekonomik göstergeleri istikrarsızlaştırırken yükselen enflasyon, tutarsız ücret politikaları ücretli kesimin alım gücünün ve eğitimden mesleki konuma kadar kazanımlarının erimesine neden oluyor.

Türkiye’yi Anlamak: Mesleklerin Dönüşümü

Meslekler Türkiye’de çok katmanlı bir dönüşüm halinde. Mesleğin demografisi, mesleğin dayandığı yükseköğretim, çalışma şartları, kazanç seviyesi, meslekle kurulan ilişki, meslek örgütünün rolü ve önemi değişiyor. En önemlisi de, meslek içinde tabakalaşma yaşanıyor. Bu şu demek: Artık meslekler dışarıya görece kapalı, kendi içinde türdeş, belli toplumsal hak ve imtiyazları elinde sıkı sıkıya tutan yapılar değil. Meslekler geniş toplum kesimlerine açılırken meslek içinde eşitsizlikler ve düzenleme boşlukları da daha hissedilir hale geliyor.

Bunu kendi araştırmamda hekimler ve avukatlar özelinde gördüm. Ancak mimarlık, mühendislik, akademisyenlik, öğretmenlik gibi bir dizi meslekte de bu süreç farklı doz ve şekillerde yaşanıyor. Temelde şu sorunun peşinden gidiyoruz aslında: Türkiye’de meslekler hangi sosyal kökenden insanları hangi konumlara taşıyor ve bu hareketlilik içinde mesleğin hem mesleği yapan hem meslekten hizmet alan için toplumsal getirisi ve götürüsü nasıl çeşitleniyor? Ben bu anlamda mesleklerin sadece sahip olduğu hukuki, ekonomik, kurumsal kaynakları değil, hem içine hem dışına ne verdiğini, ne kadar verebildiğini soruşturmanın da önemli olduğunu düşünüyorum.

Mesela yükseköğretim meselesi. Türkiye’de saydığım üst düzey profesyonel mesleklere erişim, bütün dünyada olduğu gibi yükseköğretimden geçiyor. Ancak bütün dünyadan farklı olarak bizde bu mesleklere erişim 2000’lere kadar çok dar tutulmuş bir üniversite filtrasyonuna sahip olageldi.

Raporda da görebilirsiniz, Türkiye’nin yükseköğretimde brüt okullaşma oranı 1970’lerden 2000’lere kadar Ortadoğu ve Kuzey Afrika seviyesinde seyrediyor. Ancak 2010 sonrasında %50 seviyesine geldi, 2020’de ise %100’ü geçti. 

Yani üniversite, fakülte, bölüm sayısı 2000’lere kadar azdı ve dolayısıyla demografik olarak dar bir grup mesleğin elinde bir dizi toplumsal avantaj, nimet ve ayrıcalık temerküz etmişti. Ancak bu Türkiye’nin genel gelişimi, kalkınması, adil ve müreffeh bir toplumsal hayat için yeterli değildi. Türkiye’nin şu an 200 bine yakın hekimi var, ama başka ülkelerle kıyasladığımızda bu sayının 400 bin olması gerekiyor. Elbette bu noktada uzman işgücü olarak hekimlerin nitelik ve dağılımı da hayati önemde.

Dolayısıyla yükseköğretimin genişlemesiyle meslek içi tabakalaşma örüntüleri arasındaki ilişkileri titizlikle takip etmeli, sosyal bilimlerin konusu yapmalı ve kısa vadeli düşünmemeliyiz.

Mesela yine raporda ortaya konulan bir gösterge: Eğitim seviyelerine göre gelir seviyesi arasındaki makas kapanıyor. Sayılarla ifade edersek, yükseköğretim mezunların 2013’e kadar ortalama gelirin 1.8 katı kazanıyordu, ancak 2014’ten bu yana bu değer sürekli düşüyor ve 2021 sonu itibariyle 1,4. Bunun anlamı, üniversite mezuniyetinin gelir anlamında halen avantaj sağladığı ama giderek bu avantajın eridiği. 

Rekorlar Yılı: 2022

2022 yılı makro iktisat ve iktisat tarihi ders kitaplarına geçecek anomalilerle dolu bir yıl oldu. 2015’te ortaya atılan “faiz sebep-enflasyon netice” teorisi 2021 yılının son çeyreğinde uygulamaya geçirildi. 2021 Eylül ayından Haziran 2023’e kadar sürekli faiz indirimi yapıldı ve bu süreçte politika faizi %19’dan %8.5’a indirildi. Bu politikaya çoğu iktisatçı gibi ben de “irrasyonel faiz politikası” demeyi tercih ediyorum.

İrrasyonelliğin nelere yol açtığını hepimiz yaşayarak gördük. Hatta pek çok şeyi Cumhuriyet tarihimizde ilk defa gördük. Örneğin ikinci el araba fiyatları birinci el fiyatlarını geçerken mevduat faizi de kredi faizini geçti. Enflasyon ile nominal faizler arasındaki fark ise dünya rekoru kırdı. Rekor düzeyde negatif faizin yanında rekor düzeyde cari açık rakamlarını da yine 2022 yılında gördük.

Hızlı bir şekilde artan enflasyon, çalışanların reel gelirlerini eriterek gelir dağılımını bozdu. Varlık fiyatlarındaki hızlı artışlar servet eşitsizliğini perçinledi. Bu varlıklardan biri olan gayrimenkullerin fiyatlarındaki hızlı ve keskin yükselişler pek çok insanı barınma krizine sürükledi. İrrasyonel faiz politikasının eşitsizlikleri artırıcı etkisinin bir diğer boyutu, bu dönemde büyük firmaların ve bankaların aşırı yükselen kârlarında görülebilir.

“Salgın Sonrası Toplum 2022” raporu da bize refahın geniş toplum kesimlerine eşitlikçi yayılması bakımından olumsuz bir gidişat olduğunu söylüyor.

Tüm bunların emeğiyle geçinenlere nasıl yansıdığına baktığımızda da yine tarihe geçecek rakamlarla karşılaşıyoruz. Emeğin toplam gelirden aldığı pay hızlı bir şekilde azaldı: 2021’de işgücü ödemelerinin gayri safi yurt içi hasıla içindeki payı 30 yıl öncesi düzeylerine indi.

2022 yılı ekonomi analizlerinde sık rastladığımız kavramlardan birisi de  “asgari ücret toplumu” oldu. Minimum ücret olması gereken asgari ücretin ortalama (medyan) ücrete dönüşmesini anlatan bu kavramı istatistikler de destekliyor. Türkiye’de asgari ücret civarında bir ücretle çalışanların oranı yaklaşık yüzde 50 düzeyinde. Bu oran Avrupa Birliği ülkelerinde ise sadece yüzde 4.

Firma kârlarındaki artışların bir nedeni yüksek enflasyonla reel ücretlerin azalması iken diğer nedeni de ücretlerin asgari ücrete yakınsaması. Böylece firmaların toplam maliyetleri içinde emeğin payı azaldı. Bu aynı zamanda istihdamı da artırıcı etki yaptı.

2022 yılında daha çok üst gelir gruplarının tüketim harcamaları ile büyüyen sağlıksız bir ekonomiye şahit olduk. %5’in üzerinde bir büyüme oranına rağmen raporda da belirtildiği gibi 2022 yılı kişi başı GSYH dünya ortalamasının altında seyrediyor.

Oysa 19.yüzyılın başından 2020’lere kadar geçen 200 yıllık süreçte Türkiye’de kişi başı gelir dünya ortalamalarının biraz üstünde seyretmişti.

Sonuç olarak 2022 yılını bol rekorlu bir yıl olarak hatırlayacağız. Ne yazık ki bu rekorlar çoğunlukla toplumsal refahı olumsuz etkileyen alanlarda kırıldı ve Cumhuriyet’in yüzüncü yılına düşük ücretle çalışan, emek yoğun, katma değeri düşük, verimsiz ve bozuk gelir dağılımlı bir ekonomik yapı ile girdik.

İkinci soruşturmamızın sonuna geldik.

Soru ve önerileriniz için raporbulteni@gmail.com adresinden bizimle iletişime geçebilirsiniz. 📩

Gelecek sayıda görüşmek dileğiyle.

Hoşça bakın zâtınıza.

Rapor Bülteni Ekibi